Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


ANA SAYFAYA GiTMEK iÇiN TiKLa..





 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 DERSİM EFSANELERİ

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
aydo_62




Mesaj Sayısı : 73
Kayıt tarihi : 22/06/08
Yaş : 34

DERSİM EFSANELERİ Empty
MesajKonu: DERSİM EFSANELERİ   DERSİM EFSANELERİ Icon_minitimePaz Tem. 06, 2008 6:57 pm

DÜZGÜNBABA
EFSANESİ


Şah Haydar, Seyyit Mahmud-i Hayrani'nin oğludur. Zewe
yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için
bir ev yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur.



Kışın zemheride keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit
Mahmud-i Hayrani "Acaba Şah Haydar, bu kışın ortasında bu hayvanlara
ne yediriyor ki, hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar." diye merak
eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de
bakar ki, Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına
değdiriyorsa, ağaç hemen yeşeriyor, taze süsleniyor, keçilerde bu
filizlerden yiyerek besleniyor.



Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek
ister. Ancak o sırada bir keçi, bir kaç kez üstüste hapşırır. Şah
Haydar da; "Ne oldu? Babam Dervis Mahmud'umu gördün ki bu kadar
hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine
görünmeden gitmek istediğini görür.



Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır, mahçup olur.Mahçubiyetinden
kaçıp, halen Düzgün Baba Dağı olarak bilinen tepeye çıkar ve burada
mekan tutar.(Rivayet olunur ki, Şah Haydar babasına ismen hitap
ettiği için, mahçubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın
karda giyilen, hedik veya lekan varmış.Bu hediklerle Zargovit'den,
Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış, bastığı her
yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.)



Bir iki gün eve gelmeyince Şah Haydar'ın annesi endişelenir.
Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki
müritlerine;" gidin bakın bakalım, bizim Şah Haydar ne alemde?" der.




Müritlerinden birkaç kisi bu 2450 m. yüksekliğindeki dağın tepesine
çıkıp, Şah Haydar ile görüşürler. Durumun iyi olduğunu öğrenirler ve
tekrar Zewe'ye dönerler. Seyyit Mahmud-i Hayrani'ye durumu
düzgündür, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet
eder, ellerinizden öper, derler. (Bu işi düzgündür sözü, dilden dile
dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata, artık bir süre sonra
Düzgün Baba ismi atfedilir. O günden bu güne Düzgün Baba olarak
söylenir.) Bugün dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider,
adaklar adar ve ziyaret eder.



GELİN PINARI EFSANESİ



Gelin Pınarı veya diğer adıyla Gençlik Şelalesi, Nazımiye ilçesinin
kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının
yanında bulunmaktadır. 30-40 m. yükseklikteki kayalardan sarkıtlar
ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale
görünümünün dışında, buraya bir efsane havası vermektedir. Yazın
bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 m. yakınına varıldığında, bir anda
sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik
insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların
gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir
tabiat harikasıdır.Tunceli'de her tabiat güzelliğine bir efsane
yakıştırılmıştır. Buranında kendisine özgü efsanesi şöyledir:



Bu yörede yaşayan ailelerden birinin oğlu ile kızı evlendirilir.
Yeni gelin, yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan
sonra, bir gün kaynanası kendisine:



-Hadi gelinim. Su bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanları sağ
ve sütü al getir, der.



Gelin bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi oda
sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar,
bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden
ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar, gider.



Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. "Daha yeni
gelinim. Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler.
Benimle alay edecekler diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye
beddualar yağdırır.



O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere
çıkarak, acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahçup ve üzgün
bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense, yaradana
sığınarak, yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez
kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar.



Bir müddet sonra sütü kaynatıp, mayalamak için,bulunduğu yerden
almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında, bakracın içindeki su, süt
olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin,
kendisini mahçup etmediği için Tanrıya şükreder.



O gün bugündür, bu pınardan akan sular koyunlar sagılmaya
başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de,
tekrar tabii rengine dönerler.



MUNZUR BABA EFSANESİ









Bugünkü Tunceli ili Ovacık ilçesine bağlı Koyungölü Köyü civarında
yaşayan bir ağa ve ağanın koyunları gütmek için yanına aldığı Munzur
isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası Hac zamanı hacca gitmiş.
Ağa hacda iken Munzur bir gün ağanın hanımının yanına gelir ve,

- Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben
kendisine götürürüm der.

Ağanın hanımı önce şaşırır,sonra herhalde zavallı çobanın canı sıcak
helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur.
Ağasını da bahane ediyor.Kendisine bir helva yapayım da yesin der.
Helvayı pişirir bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a:

-Al evladım götür der.

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam
verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur
dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur'a:

-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun nedir o elindeki? der.

Munzur da: -Ağam canın sıcak helva istemişti onu sana getirdim der.


Elindeki bohçayı ağasına uzatır.Ağası bohçayı açar ve bakar ki
içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Hayretler içinde Munzur'a
bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur
yanında yok. Hac vazifesini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları
herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da,
götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine
koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya
gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere:

-Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben
öpeceğim der ve Munzur'a koşar.

Munzur bu konuşmaları duyduğunda:

-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin
ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana
elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde, ağa ve
yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar. Şimdiki Munzur
ırmağının ilk yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu
çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz su
fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar.Attığı her adımda
bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana
gelir.Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçmezler.
Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider. Yöre halkının efsaneleştirdiği
Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir
çobanın da keramet sahibi olabileceğini,çoban olsa bile Tanrının
sevgisine mazhar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği
belirtilmekte, Munzur'u bu inançla efsaneleştirmektedirler.




ELTİ HATUN EFSANESİ








Tunceli ili Mazgirt ilçesi merkezinde bulunan Elti Hatun
Türbesi 14. yüzyıl eseri bir kümbettir. İçinde ikisi büyük , bir
tanesi de küçük olmak üzere birbirine yapışık üç tane mezar bulunur.
Mazgirt ilçesi ve yöresi uzun süre Akkoyunlular'ın idaresinde
kalmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanında bulunan kız
kardeşi Elti Hatun hastalanır. Artık öleceğini tahmin eden kadın ,
kardeşi Uzun Hasan'a: Ben yılandan çok korkarım. Şayet ölürsem benim
tabutumu yere gömme. Bana bir kümbet yapıp tabutumu burada astır,
diye vasiyette bulunur. Kardeşinin vefatından sonra isteğini yerinne
getiren Uzun Hasan bugünkü Elti Hatun türbesini yaptırır ve
içerisine uzunca bir zincir asarak kardeşinin tabutunu havada
kalacak şekilde bu zincire asar.

Rivayete göre ertesi gün kız kardeşinin mezarını ziyarete gelen Uzun
Hasan türbenin kapısını açar açmaz kız kardeşinin tabutuna sarılı
büyük bir yılan görür ve irkilerek geri kaçar. Tanrı Buyruğuna karşı
gelinmez. Mukadderata boyun eğmek lazımdır, diyerek havada asılı
duran tabutu zincirden indirir ve toprağa defnettirir. Zincir hala
kümbetin tavanından aşağı ucunda dört halkası ile sarkık durmakta,
mezar da zincirin tam altında kümbetin ortasında yer almaktadır.
Sekizgen şeklinde yapılan Elti Hatun Türbesi'nin yanında bir de
çeşme olduğu söylenmekte ise de izine raslanmamıştır.

Türbeye ait bilgileri içeren kitabenin restoresi sırasında muhafaza
altına alınacağı kaydıyla ilgililer tarafından götürüldüğü
söylenmektedir.

Türbenin içerisinde bulunan iki büyük bir de küçük mezarın bir
tanesinin Elti Hatun'a bir tanesinin Uzun Hasan'ın annesine , bir
tanesinin de Uzun Hasan'ın yeğenine it olduğu rivayet edilmektedir.





SULTAN HİDİR EFSANESİ





Rivayet edilir ki , bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay
köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin,
buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin
denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan
gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur ,
yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen
gözcülerden biri "Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve
içinde bir isik hüzmesi var " der . Sultan Alâeddin de; gidin bkin
bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli
asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir
eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok.
Askerler sorarlar:

-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar:

-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir
toprak güvecim , bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir
miktar arpam var Askerler:

-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz , seni sultanimiza götürmek
istiyoruz , deyince bu defa ihtiyar , buralara kadar zahmet edip
gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize
seref versin.

-Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir ,
vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok.
Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister , as ister . Bunlari
nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri
misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup
olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir.

Askerler geri döner , durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar.
Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari
ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar
ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat
seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler
içinde kalir ve hayretini gizlemez , durumunu ögrenmek için
seccadeye oturan vezir , kumandan ve askerlerine bir komutla "Ayaga
kalk" der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir
seccade var. "Otur" diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok
. Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da
sesini çikarmaz.

Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir
miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan:

-Baba erenler , bunu hangimiz yiyecegiz?

Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize
kadar yetecek vardir. Diye cevap verir.

Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye , küçük
güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir.
Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte
asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis,
kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar.
Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala
bitmedigi görülür.

Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu
anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor
yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst ,
itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve
hizmetinde olacaklar , der , 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de
vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar.

Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri
Resul , Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye
kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü
zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik
denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz
tutulmaz. Gübre dökülür , hayvanlarin yatak yeri yapilir.

Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki
oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda
bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda
mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan
bugünkü türbesi yapilmistir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
aydo_62




Mesaj Sayısı : 73
Kayıt tarihi : 22/06/08
Yaş : 34

DERSİM EFSANELERİ Empty
MesajKonu: Geri: DERSİM EFSANELERİ   DERSİM EFSANELERİ Icon_minitimePaz Tem. 06, 2008 6:58 pm

ÇOBAN BABA EFSANESİ

Çoban Baba Hz. İbrahim Peygamber' in çobanıymış. Sürü otlatırken bir koyun sürüden ayrılmış. O da koyunu takip ederek ilçemize kadar gelmiş. İlçe merkezinin doğusunda bulunan mezarlığın altına geldiğinde koyunu tutmuş ve şöyle demiş; " Bre hayvan! Bana acımadınsa kendine demi acımadın?" Koyun orada kaybolmuş. Koyunun kaybolduğu yerden su çıkmış(Yöre halkınca Cuma akşamları buradan süt aktığı söylenir). Çoban Baba da oraya yerleşmiş zenginlerden almış fakirlere dağıtmış. Diğer bir efsaneye göre de Çoban Baba, Moğollar Anadolu' yu işgal edince Hacı Bektaşi Veli tarafından ilçemize gönderilmiş, "git oradaki halkı irşat et, halkın göç etmesini engelle! Bu istila bitecek, insanlar ferah olacak" demiş. Oda ilçemize gelmiş aşevi kurmuş yoksullara yedirmiş, içirmiş ,giydirmiş...

BAĞIN KALESİ EFSANESİ

Yöremiz halkından edilen bilgiye göre, ilçemizin Dedabağ köyünde bulunan Bağın Kalesi'nde Selçuklular döneminde, Sultan Alaaddin Keykubat, yörede yaşayan ve ermiş bir zat olarak tanınan Hacı Kureyş' ten bir takım kerametler ister. Kureyş' in gösterdiği keramatlere inanmayarak Kureyş' i kızgın bir fırına atmaya karar verir. Kureyş bu teklifi kabul eder ve yanında padişahın adamların dan bir şahıs alarak fırına girer. Rivayete göre 3 gün fırında kalırlar. Fırının kapısı açıldığında Kureyş' in sakalının buz tuttuğu yanında bulunan şahısın da her tarafının külden bembeyaz olduğu ve ikisinin de sağ olduğu görülür (Hatta yanındaki zatın elinde üzüm olduğunu da anlatanlar vardır). Yanındaki şahısa O günden itibaren Derviş Gerv (Boz Derviş) ismi verilir. Bu mucizeler karşısında, Alaaddin Keykubat tarafından ikiside serbest bırakılır ve bu olaydan sonra kendilerine saygı duyulur.


PÜLÜMÜR'DE BEYAZ İHTİYAR (Kalo Sıpe) EFSANESİ


Efsane çarekan aşiretine aittir. Aşiret reisi şah Hüseyin Bey eşyalarını benekli bir öküze yüklemiş ailece doğudan batıya doğru yola çıkmış. Bir gece rüyasında ak sakallı bir ihtiyar görünmüş. "öküzün nerede istirahat için yatarsa orayı kendine yurt edin " diye nasihat etmiş.
Günlerce yolculuktan sonra öküz, Ağa Şenliği denilen bölgeye gelmiş ve yatmış. Şah Hüseyin Bey de orayı kendine yurt edinmiş. Barınmak için ev yapmaya başlamış. Ak sakallı htiyar yine görünmüş. Elindeki büyükçe bir direği evin orta yerine dayayarak kaybolmuş. Söylenceye göre bu adam Hızır'mış. Direğe Kalo Sipe adı verilmiştir.Yıllar sonra ev yanmış ama sakallı ihtiyarın getirdiği direk hiç yanmamış. Yöre halkınca burası kutsal olarak bilinir ve ziyaret edilir.


SAĞMAN KALESİ SÖYLENCESİ :

Evliya Çelebi kaleye ait efsaneyi şöyle anlatır : Diyarbakır Bey'i burada keklik avlarken bir kayadan "Sağma" diye şiddetli bir ses duyar. Bu olay karşısında korkan Bey kayanın üzerinde kurban kesmiş. Bunun üzerine kaya ortadan yarılmış. Birgün bir gece buradan altınlar akmış. Diyarbakır beyi bu altınlarla burada bir kale yapmış ve adını da Sağman Kalesi koymuş.
Tunceli yöresinde efsaneler genellikle dini bir yapıya sahiptir. Bu nedenle yöre halkı tarafından ziyaret olarak kabul edilir ve çeşitli zamanlarda buraları ziyaret eder.
Tunceli'de ziyaretler oldukça yaygındır. Hemen hemen her köyde, her dağda bir ziyaret bulmak mümkündür. Söylencelerin (Efsanelerin ) ana kaynağını bu ziyaretler oluşturur.


YILAN DAGI EFSANESİ


Rivayete göre Hozat, Ovacık, ve Çemişgezek sınırında bulunan Yılan Dağı'nda zamanla yöre halkınn korkulu rüyası olan bir ejderha (Büyük Yılan) varmış. Bir gelin çocuğu ile beraber bu dağdan geçerek ansızın bu ejderha ile karşılaşmış ve çok korkan kadın dua ederek "Tanrım beni taş eyle bu yılan beni ve çocuğumu yemesin" der. Kendisi ve yılan taş kesilir o günden sonra bu dağa yılan Dağı adı verilir.


SÜPÜRGEC BABA EFSANESİ


Bu söylence dini bir nitelik taşır. Süpürgeç Baba Horasan'dan gelmiş bir Türkmen'dir. Sabahtan akşama kadar sokakları temizler ve ekmek kırıntılarını toplayıp dağdaki hayvanları beslermiş. Bu yüzdende sokaklar da ne bir çöpe ne de bir ekmek kırıntıs'na rastlanmazmış. Süpürgeç Dağı adı verilmiş ve bu dağ dostluğun simgesi olmuştur.

Süpürgeç Dağı ile Karadağ Efsanesi öylentilere göre Pertek'te bulunan bu iki dağ aynı kıza sevdalı iki delikanlıymış. Aralarında büyük bir çekişme varmış. Aradan yıllar geçer ama hiç birisi ne birbirlerini yenebilirler ne de sevdikleri kızla evlenebilirler. Yaşlanıp giderler. Önce sevdikleri kız daha sonra da kendileri ölür. Ancak aralarındaki çekişme devam eder. Her ikisi de birer Uludağ olup birbirlerine top atmaya başlarlar. Süpürgeçin attığı topla Karadağ'ın yüzü kara olur. Karadağ'ın attığı toplada Süpürgeç Dağıının tepesi uçar. Bu nedenle de Süpürgeç Dağı'nın tepesi düz, Karadağın ise yüzü kara olur


YÜRÜYEN DUVAR EFSANESİ

Bu efsane Mazgirt İlçesi'nin Darıkent Bucağı'nda geçer. Kureyş Baba adında ermiş birisi bileğine doladığı yılanı kamçı yaparak bir ayıya binmiş köye doğru geliyormuş. Bu sırada duvar örmekte olan Baba Mansur kendisininde bir keramet göstermesi gerektiğine inamış ve oda yaptığı duvara binerek yürütmüştür. Kureyş Baba Mansur'un bu mucizesine hayran kalmış ve ona " Siz cansız duvara can verdiniz" diyerk Baba Mansur'un elini öpmüştür. 0 günden sonrada Kureyş sülalesinden olanlar Mansur sülalesinden olanlara hürmet etmişlerdir ve taliplik yapmışlardır.
"Yine Khuresin Bomosur (Baba Mansur) ile olan iliskisi de hemen herkes tarafindan anlatilir.Khures elinde yilani ile bir ayinin sirtina binerek dolasirmis.Bir gün karsilasirlar ve Khures Bomosura kerametini göstermesini söyler.Bomosur tas duvarin üstüne biner ve yürümesini emreder duvara ve yürütür.Khures Bomosu´ra:"Ben canlilari terbiye ediyorum sense cansiz bir seyi yürütüyorsun.Senin kerametin benimkinden büyüktür.Bomosur Mazgirt / Muhundu da duvara binerek duvari yürüttügü ve bu olaydan sonra Khuresin Bomosuru kendine Pir olarak secmesi anlatilir.
Bu olayin mitolojik boyutunu degerlendirmemekle birlikte;bugün Baba Mansurlularin Kureysanlilarin Pirleri olmasi ve Baba Mansur Ocaginin Muhundu da olmasi bir gercektir."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
casper2718




Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 07/07/08
Yaş : 34
Nerden : Bursa

DERSİM EFSANELERİ Empty
MesajKonu: Geri: DERSİM EFSANELERİ   DERSİM EFSANELERİ Icon_minitimeSalı Tem. 08, 2008 11:44 am

ARAP KIZI DAĞI EFSANESİ


Çok eski zamanlarda Pülümür'de Yaşayan Ali adında yakışıklı ve güçlü bir Türk genci ile Arap soyundan gelme, güzel mi güzel, Yasemin adında esmer bir kız birbirlerine aşık olmuşlar. Bu iki gencin aşkları dillere destan olmuş fakat, aileleri bu gençlerin evlenmelerine izin vermezlermiş. Nihayet Ali ile Yasemin bir gece vakti kaçarak bugünkü Arap Kızı Dağı'na tırmanmışlar. Dağın doruğuna vardıklarında dinlenmeye karar verirler. Bu arada Yasemin ile Ali el ele tutuşmuş vaziyette uyuya kalırlar. Kızın babası Yasemin 'in evde olmadığını fark edince hemen aramaya koyulur.Ay ışığından yararlanarak Ali ile Yasemin' i uyur vaziyette bulur.
Bulduğunda kızına bir el ateş eder ve evine döner. Ali, uyandığında Yasemin 'in taş kesildiğini görür. Bunun üzerine hemen eve gelen Ali, küllerinin Yasemin 'e serpilmesini vasiyet ederek kendisini yakar. Halk arasında Arap Kızı Dağı olarak anılan bu dağa ay ışığında bakıldığında bir kadın silueti görülür.


BUYER BABA EFSANESİ


Eski zamanlarda Pülümür'den Ovacık ilçesine kestirme bir yoldan gidilirmiş. İşte sürekli bu yolu kullanan Deli Hıdır adında bir genç Buyer krater gölünün kıyısında bir ağacın altında oturup dinlenmeye karar verir, çıkınından erzakını çıkarır ve sofrasını hazırlar. Yemeğini yerken uzun boylu ve ak sakallı bir dedenin kendisine selam verdiğini görür. Deli Hıdır, Ak Sakallı Dedenin selamını alır ve kendisine "Buyur Baba" diyerek onu sofrasına buyur eder. Bundan sonra Ak Sakallı Dede ortadan kaybolur. Ortalık birden bire toz duman olur. Gölün suları şiddetle dalgalanır.

Deli Hıdır bir ara atının da göl sularında bir kır atla çiftleştiğini görür. Bunun üzerine iyice deliye dönen Deli Hıdır durmadan, "Buyur Baba" , "Buyur Baba" deyip durur. Ancak, bir daha ne atını, ne de Ak Sakallı Dede' yi görür. İşte o gün bu gündür halk dilinde bu dağa Buyer Baba Dağı, göle de Buyer Baba Gölü denmektedir. Bu gölün suları yaz ve kış aylarında ne azalır ne de çoğalır. Genç kız ve erkek ziyaretçiler gölün sularına elma bırakırlar. Bu elmalar su yüzeyinde birleşirse genç kız ve erkeklerin evleneceğine inanılır.



BAĞIR DAĞI EFSANESİ


Efsaneye göre Pülümür' de bulunan bu dağa su tufanı sırasında Nuh Peygamber' in gemisi çarpmıştır.Çarpma sırasında ses çıkmıştır. Bu nedenle bu dağa Bağır Dağı denilmiştir.Bu dağda zengin maden yatakları olduğu sanılmaktadır.



BÜYÜK DAM TEKKESİ


Pir Sultan Horasanda Erdebil Tekkesinde iken Piri kendisine " Senin Anadolu'ya gitmen gerekir" deyince, Pir Sultan' da bunun üzerine İlçemizin Hacılı Köyüne gelip mekan kurur. Pir Sultan burada " Büyük Dam" olarak söylenen tekkeyi inşa etmeye başlar. Ancak; inşaatın yarısında tekkenin ortasına bir direk dikilmesi gerekir. Fakat bu direk bulunamamıştır.Ustalar Pir Sultana muhakkak bir direğin bulunması gerektiğini söylerler. Pir Sultan' da ustalara " Siz yemeğinizi yiyene kadar ben direği temin ederim." Der. Ustalar yemeklerini yiyip kalktıklarında Pir Sultanın omzunda bir direk getirdiğini görürler. Bu direğin Horasan' da geldiği rivayet edilir. Şimdi bu direğin altı boş olup, muallaktadır.

Pir Sultan Hacılı' da evlenir. Bu evliliğinden Seyit Ahmet isminde birde oğlu olur. Oğlunun İnce Mehmet ve İnce Mehmet' inde Seyit Ahmet isminde çocukları olur. Pir Sultan buradan Sivas ilinde Banaz' a gider. Orada Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından asılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
DERSİM EFSANELERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Genel Konular :: efsaneler ve ziyaretlerimiz-
Buraya geçin: